Ehl-i Beyt sözcüğü Alevi inancına mensup insanlar için özel değeri olan ve kutsal sayılan bir anlam ifade etmektedir. Kendilerini anlatırken, inançlarını yaşarken Ehl-i Beyt’i özlerine ait bir unsur olarak görürler. Ehl-i Beyt’e bağlılığı dile getirmek ve onları anmak, Alevilikte ibadet sayılmaktadır. Alevilerin toplum psikolojisinde, Ehl-i Beyt taraftarlığı ve sevgisi çok derin olup Alevilerin ortaya koyduğu çoğu tarihsel tezlerin, Ehl-i Beyt’in uğradığı haksızlıklar üzerine kurulu olduğunu da belirtmek gerekir. Ehl-i Beyt konusu, Alevilerin bütün yazınlarında sıkça yerini bulmaktadır. Bu konuyla ilgili şiirler yazılmıştır, ağıtlar yakılmıştır, mersiyeler söylenmiştir ve Ehl-i Beyt sevgisi her daim dile getirilmiştir.
Ehl-İ Beyt Kimlerdir ve Hangi Manaya Gelmektedir?
Ehl-i Beyt Arapçada ev halkı manasına gelmektedir. Alevilere göre Ehl-i Beyt şu kişilerden oluşmaktadır:
- Hz. Ali
- Hz. Fatima
- Hz. Hasan
- Hz. Hüseyin [1]
Sadece yukarda belirtilen isimler Ehl-i Beyt’en sayılır. Diğer kimseler Alevilikte bu kapsama alınmazlar. Buna göre yalnız Salmani Farisi bir ayrıcalık teşkil etmektedir. Çünkü Hz. Muhammed’in “Oda benim Ehl-i Beyt’imdendir” demesi Aleviler açısından önem taşımaktadır. Zaten Salmani Farisi’nin de Alevilikte çok değerli bir yerinin olduğu herkesçe bilinmektedir.
Geçen yüzyılın en büyük ve etkili Dedebabalarından olan, Hacı Bektaş Veli Dergahı Babagan kolu postnişini Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba, Ehl-i Beyt konusunu şöyle anlatmaktadır:
“Ehl-i Beyt Hz. Muhammed’in ev halkıdır ki: Kızı Hz. Fatima damadı Hz. Ali, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir. Bektaşiler bunlara Çihar Yar, yani dört sevgili de derler”[2] Buna benzer diğer başka nitelendirmelerde kullanılmaktadır.
“Ehl-i Beyt’e, Ali aba da (Hz. Peygamberin abası altına aldıkları kişiler) de, denmektedir veya Pençe – i al-i aba da denir. Bunlar bir el şekliyle sembolize edilirler. Elin parmak uçları yukarıya doğru tutulunca Arap harfleriyle (Allah) yazısına benzediği için, ele de beş parmak dolayısıyla Pençe dendiğinden Pençe-i Al-i aba olarak ifade edilmiştir. Bu pençe şekli, eski Yeniçeri ordusu flamalarında da ayın önüne yıldız yerine konularak kullanılmıştır. Bu elde, başparmak Hz. Muhammed, işaret parmağı Hz. Ali, orta parmak Hz. Fatima, yüzük parmağı Hz. Hasan ve serçe parmağı Hz. Hüseyin’i temsil eder. Ayrıca Ehl-i Beyt hakkında birçok hadis ve Kuran-ı Kerimde de ayetler bulunmaktadır.”[3] Özellikle Ehl-i Beyt’in ismen geçtiği ve Alevilerin bu konuda dayandığı en önemli ayet Kuran-i Kerimin Azhab suresindeki 33. ayettir.
“(…) Ey Ehl-i Beyt, peygamber ailesi! Allah, sizden sadece kiri yok edip sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Azhab Suresi, 33. ayet)
Alevilikte Ehl-İ Beyt’in Yeri ve Onlara Gösterilen Bağlılık
Aleviler tarafından büyük sevgi gören ve 1950’li ve 1960’lı yıllarında Anadolu’da etkin olan Halil Öztoprak Dedenin Ehl-i Beyt’le ilgili fikirlerini burada aktarmak istiyoruz. Böylece Alevi inanç önderlerinin de konuya nasıl yaklaştıkları anlaşılmış olacaktır. Halil Öztoprak, sadece Alevi kitleye bir dede, bir din adamı olarak görev yapmakla kalmamış, yazdığı kitaplar ve yaptığı sosyal ve siyasal çalışmalar ile Alevilerin büyük desteğini, sevgi ve saygısını kazanmıştır.[4]
Halil Öztoprak Dede Ehl-i Beyit’i “Allah’ın iradesini tutanlardır” diye tanımlıyor. Konuya İncil’den örnekler vererek, Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasında bir benzerlik kurarak, değişik bir perspektif getiriyor. “Kur’an’da Hikmet Tarih’te Hakikat ve Kur’an’da Hikmet İncil’de Hakikat” isimli eserinde şu ifadelere yer veriyor:
“İncil-i Şerif Markos 3. Bab’ın 32, 33, 34, 35. ayetleri buyuruyor:
- Kalabalık onun ( Hz. İsa’nın) çevresinde oturuyordu. Ve ona dediler, işte senin annen ve kardeşlerin, dışarıda seni arıyorlar.
- İsa onlara cevap verip, dedi; Benim anam ve kardeşlerim kim?
- Çevresinde oturanlara bakıp dedi: İşte benim annem ve kardeşlerim. Çünkü Her kim’ki, Allah’ın iradesini yaparsa, kardeşim, kız kardeşim ve annem olur.
- Hz. Muhammed de Hz. İsa’nın bu Allahın iradesini yapana kardeşim dediği gibi, Allahın iradesini tutana da Ehlibeytim demiştir.[5]
Burada bir noktayı daha belirtmekte fayda olduğunu düşünüyoruz. Daha öncede yukarda değindiğimiz gibi, Alevilerin Ehl-i Beyt’ten dört kişiyi anladıklarını belirtmştik. Hz. Ali, Hz. Fatima, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin buna göre Ehl-i Beyt’tir. Ama konuyu inceledikçe Hz. Muhammed’in daha kapsamlı ve evrensel düşündüğünü de görmek mümkündür. Halil Öztoprak Dede konuya ilişkin kitabında şu ayrıntıyı vermektedir.
“Hz. Muhammed’in Selmani Farisi ile hısımlığı/akrabalığı olmadığı halde, Hz. Selman’ın dahi Allah’ın iradesini yapan kimselerden olduğu için, Hz. Selman’a Ehl-i Beytimdendir demiştir. Aynen Hz. İsa’nın, Allah’ın iradesini tutanlara sahip olduğu gibi, Hz. Muhammed dahi Allah’ın iradesini tutanlara sahip olup Ehl-i Beytimdendir demiştir.”[6] Halil Öztoprak Dede’nin deyimiyle Allah’ın iradesini tutmak, peygambere uymak esas alınması gereken bir görevken, Ebu Sufyan’ın oğlu Muaviye ve Emevi zihniyeti Ehl-i Beyt’i ortadan kaldırmak için, Selman’ı şehid etmiş, Hz. Hasan’ı zehirletmiş, Hz. Hüseyin’i katletmesi için, oğlu Yezit’de vasiyet etmiştir. Oysa Hz. Muhammed Mustafa son veda konuşmasını Abdülbaki Gölpınarlı’nın anlatımıyla şöyle yapmıştır:
“Ey insanlar, ben size Allah’ın kitabı ile Ehlibeytimi bırakıyorum, onlara yapışırsanız benden sonra ebediyyen sapıklığa düşmezsiniz; bu ikisi, havuz başında (cennete) bana ulaşıncaya, benimle buluşuncaya dek birbirinden ayrılmaz. Sonra yüksek sesle, “ Ey insanlar” buyurdu, “Bilmezmisiniz ki ben, insanlara, nefislerinden evlayım ve bilmezmisiniz ki her erkek mümünin ve her kadın mümünin nefsinden evlayım” Ashabın hepsi birden evet ey Tanrı elçisi dedi. Bunun üzerine sağ elinin şehadet parmağını göğe kaldırıp üç kere, “Allah’ım şahid ol, Allah’ım şahid ol, Allah’ım şahid ol” dediler. Daha sonra Hz. Ali’nin elini kaldırarak “Ben kimin mevlasıysam bu Ali, onun mevlasıdır. Allahım onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol” diye Hz. Muhammed dua etti.” [7]
Hz. Peygamber bu beyanında, Alevilerin deyimiyle, yarın ulu divan(mahşer) kurulduğu zaman insanlara bu iki emanete sahip çıkıp çıkmadıklarını soracağını ifade etmektedir. Hz. Peygamber ayrıca bu konuşmasıyla bize göre Ehl-i Beyt’e dikkat çekmek istemiştir. Çünkü insanların ihtilafa düşüp güç ve mal hırsına kapılıp, Ehl-i Beyt’e zarar vereceğini tahmin edebiliyordu. Tarihi süreçlere baktığımızda ise olayların sürekli Ehl-i Beyt’e karşı geliştiğini ve peygamber evladının zulüm gördüğünü, haksızlığa uğradığını tespit etmek zor olmayacaktır. Aynı şekilde Hz. Ali’de Emevilerin kendilerine zarar verebileceklerini ön görebiliyordu ve buna ilişkin insanlara uyarıcı konuşmalar yapıyordu. Şahı Merdan Ali’nin konuşmalarını, vasiyetlerini, emirlerini, mektuplarını ve hikmetlerini anlatan ve Alevilerin de Hz. Ali ile ilgili dayandıkları en önde gelen kaynak eserlerden birisi de Nehc’ül – Belaga’dır. Nehc’ül – Belaga’da İmam Ali insanlara bir konuşmasında şöyle seslenmektedir:
“Allah’ın salâtı O’na ve soyuna olsun, Muhammed’in ashabından olup onun dinini koruyanlar, gerçekten de bilirler ki ben, bir an bile Allah’ın emrini reddetmediğim gibi, Rasulünün emrini de reddetmemişimdir. Erlerin, yiğitlerin dayanamayıp geriledikleri tehlikeli yerlerde Allah’ın bana ihsan ettiği erlikle, yiğitlikle canımı onun uğruna koymuşumdur. Allah’ın salâtı O’na ve soyuna olsun, Resullullah vefat ettiği zaman başı, benim göğsümdeydi…” [8]
Bir başka konuşmasında ise Hz. Ali şu ifadeleri kullanmaktadır: “ Rasulün vefatın’dan sonra bir bölük, gerisin geriye topukları üstünde döndüler; sapıklık yolu onları helak etti; şüphelere uydular, zanlara dayandılar; Hz. Rasul’ün yakınlarından başkalarına tabi oldular; sevmeleri uymaları buyrulan sebebi terk ettiler; yapıyı temelinden söküp başka yere götürdüler; kurulduğu yerden başka yere kurdular…”[9]
Hz. Ali’nin bu iki konuşmasını dikkatli okuduğumuzda şöyle bir durum ile karşılaşırız. İmam Ali Ehl-i Beyt’in hangi zorluklalarla karşılaşabileceklerini tahmin edebiliyordu. Örneğin diyordu ki:
“Akıllı kişinin görür gözü, işinin sonunu görür; onun önünü, sonunu, iyisini kötüsünü bilir…”[10]
Sürekli Peygamberin sözlerini de hatırlatarak insanları uyarıp Ehl-i Beyt’i korumayı amaçlıyordu. Aynı konuşmanın sonlarına doğru şöyle bir benzetme yapmaktadır:
“Oysaki biziz Rasullullah’ın libası, eşi dostu. Biziz hazinesinin hazinedarları ve kapıları. Evlere kapılardan girin ancak, kapılardan girmeyenlere hırsız denir muhakkak”
Maalesef bu uyarıların hiçbiri dikkate alınmamış ve Emeviler tarihte eşine az rastlanır bir zulüm uygulayarak Ehl-i Beyt’i cezalandırmışlardır. Özellikle bu zihniyet Hz. Muhammed döneminde Ebu Sufyan’la, Hz. Ali döneminde Muaviye’nin öncülüğünde ve Hz. Hüseyin döneminde ise Yezit ile Ehl-i Beyt’e hep zarar verip, türlü cefalar uygulamışlardır. Bakınız bir dönemler Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) dedeler kurulu başkanlığını da yürütmüş olan Derviş Tur Dede bu konuyu nasıl özetliyor:
“Ebu Sufyan ailesi, her zaman intikam almak için fırsat bekliyordu. İntikam hırsıyla büyüyen Muaviye, evvela Hz. Ali’yi, arkasından İmam Hasan’ı öldürtmesi düşmanlığın açık kanıtıdır. Nihayetinde oğlu Yezit’de Kerbela’da İmam Hüseyin’i, şehit etti. Bu soyun biyografisine baktığımız zaman, Hz. Muhammed’in soyuna ve İslam dinine düşman olan bir fotoğraf görüyoruz. Ne yazık ki Hz. Muhammed’in getirdiği din 86 yıl, bu düşman olanların elinde kaldı. İşte onun için bugünkü şeriatın Kuran’la Hz. Muhammed ile pek de alakası yoktur…”[11] demektedir.
Geçen yüzyılın en önde gelen ve yazdığı “Bektaşiliğin İçyüzü” eseriyle bütün Alevi-Bektaşilerin gönlünde taht kuran, Bektaşi yazar Mehmet Tevfik Oytan Ehl-i Beyt’e karşı olan muhalefeti ve Gadrihum’da verilen sözün (ahd) in tutulmadığını şöyle ifade ediyor:
“Herkes Hz. Ali’ye kutlu olsun, diyerek biat (kabul) eyledi. Bunların içinde Ömer’de bulunuyordu. Fakat düzgün ve kuvvetli bir binanın inşasını sağlayacak olan (ahd) in yani sözün bozulmaması icap ederdi. Allahın emri veçhile, Muhammed’in Ali’ye ihale ettiği bu hakkın ayaklar altına alınmaması lazımdı. Fakat böyle olmadı. Medine’ye döner dönmez bu atılan temel yıkılmak istendi. İçine süfli ihtiraslar karıştırıldı. Ezelden beri Al-i Resule düşman Emevi ricali, telaşa düştüler. Din kaygısını bir tarafa bıraktılar. Karanlıktaki yarasalar gibi çalıştılar. Köstebekler gibi alttan alta entrikalar çevirmeye başladılar. Eğer bu (ahd) söz, devam eder’de, Muhammed’in yerini alırsa hâkimiyetin bir daha kendi ellerine geçmeyeceğini, bütün Arap kabileleri yanın da şerefleri kırılacağını, zelilane bir hayata mahkûm olacaklarını sandılar. Türlü hile yollarına saptılar. Gizli gizli konuşmalar, planlar tertip ettiler ve emellerine de kavuştular. Gadri Hum menzilinde, peygamberin eliyle çelikten dövülmüş olan bu Hak Beratını, az zaman içinde ihtiras körlüğüyle erittiler, yok ettiler. Böylece İslam peygamberinin ilahi emrini hiçe saydılar…”[12]
Kendini Baş açık, Şah-ı Hüseyn-i Kerbela abdalıyım diye adlandıran Mehmet Tevfik Oytan’nın bu ifadeleri, tarihte yaşanan bu çirkin, kabul edilemez haksızlığı ve hukuksuzluğu bir kez daha ortaya koymaktadır. Gazeteci/Yazar Oral Çalışlar ise: “Hz. Ali – Muaviye çatışması” isimli kitabında Hz. Ali’nin Peygamberin sevgili kızı Fatima ile evlenmesini ve ondan Hasan ile Hüseyin’in olmasını, Aleviler açısından önemli bulduğunu söyler. Çünkü böylelikle Hz. Ali iki oğluyla birlikte, Hz. Muhammed’in takipçisi ve mirasçısı konumunu alır”. [13] Bu tespit elbette ki doğrudur fakat bize göre tamda bu durum Ehl-i Beyt için büyük tehlike teşkil etmekteydi. Araplarda o dönemlerde neslin, zürriyetin devamı, toplumsal statü açısından çok önemliydi. Buna göre Hz. Ali ve Hz. Fatima aracılığıyla, Peygamber soyu ancak devam edebilirdi. Bunu çok iyi kavrayan Peygamber düşmanları, ekonomik ve toplumsal güçlerini kaybetmemek ve etkilerini sürdürebilmek için Ehl-i Beyt’i ortadan kaldırmayı hedeflediler. Böylece hem Kuran-i Kerim’in buyruklarını, hem de Peygamberin sözlerini hiçe saymış oldular. Oysa Kuran-i Kerim Peygambere itaati emir etmektedir. Hz. Muhammed ise Ehl-i Beyt’e saygı ve hürmeti beklemektedir. Onları seveni sevmeyi, onlara düşman olanları, sevmemeyi buyurmaktadır.
Ehl-i Beyt’e tarihte yapılan bütün haksızlıklara rağmen, Aleviler canları pahasına oların yolundan gitmeyi bırakmamışlardır. Onları hep sevmişler ve bağlılıklarını dillendirmişlerdir. Alevi – Bektaşi inancına göre, Hz. Muhammed’in abası altına aldığı dört yâri Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin vardır. Bu durumu yakın tarihin en tanınmış Dedebabalarından İstanbullu Postnişin Hilmi Dedebaba, yazdığı bir “Na’ti Şerif” in içinde getirdiği tek bir beyitle, pek güzel anlatmaktadır:
“Car-i yarin’dir senin, kim eyledin ehl-i kesa
Mürteza ve Fatima, Şebbir ile Şebber”[14]
Bu beytin günümüz Türkçesiyle anlamı şöyledir. Ya Muhammed, senin dört yarin var, hırkanın altına aldığın. Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin’dir. Burada şu kısa açıklamayı yapmakta da fayda görüyoruz. İmam Hasan’a (Şebbir) İmam Hüseyin’e (Şebber)’de denilmektedir. Birçok eski yazında bu tanımlamalara rastlamak mümkündür. İşte yukarda verilen beyite görüldüğü gibi Alevi–Bektaşilerin yazınlarında Ehl-i Beyt’i konu alan, onlara sevgiyi ve bağlılığı ifade eden binlerce eser bulunmaktadır.
Tevella ve Teberra
Alevi – Bektaşiler, Ehl-i Beyt’e sevgi ve bağlılık konusunu, Tevella ve Teberra uygulamasıyla canlı tutmaya çalışmışlar ve üretmiş oldukları eserlerine de bu konuyu büyük ölçüde yansıtmaya gayret göstermişlerdir. Bunun en belirgin sebebi ise Ehl-i Beyt’e yapılan haksızlık ve zulmün, Alevilerin algılarında ve toplum psikolojilerinde derin izler bırakmasındandır. Burada ilk önce bu iki kavramın ne tür anlamlar içerdiğini açıklamaya çalışalım.
Tevella:
Arapça bir kelime olup, biriyle dostluk kurma, ona yanaşma olarak tanımlanır. Alevilik-Bektaşiliğin temel ilkelerinden biri durumundadır. Ehl-i Beyt’i sevme, onların soyundan gelenleri sevmek ilke haline getirilmiştir.[15]
Bu sevgi ve saygı ilkesel olarak aynı zamanda Hz. Ali ve Hz. Fatima’nın soyundan gelen 12 İmamların tümü için geçerlidir.
Teberra:
Teberra’da Arapça kökenli bir kelimedir. Uzak durma, uzaklaşma, sevmeyip yüz çevirme anlamında kullanılır. Ehl-i Beyt’i sevmeyenleri sevmeme, onlardan kaçınma olarak Alevilik-Bektaşilikte algılanır.[16]
Tevella ve Teberra Alevi – Bektaşiler için adeta Ehl-i Beyt’e bağlılığı ve sevgiyi garanti altına alan bir metot olarak uygulanır.
“Tevellasın Teberrasın bilen abdala aşk olsun” derken bu durumu net bir şekilde ifade ederler. Aşk olsun o gönül erine’ki Ali’yi Ehl-i Beyt’i sevenleri sevmeyi, sevmeyenleri de sevmemeyi bilen demektir.[17]
Toplum psikolojisi açısından düşünüldüğü zaman bu konuda ortak bir hassasiyet ve algının oluştuğunu görürüz. Bu ise Alevi insanını birbirine kenetlenmesini sağlayan önemli bir işleve sahiptir. Alevilerin toplum bilincinde, Ali ve Ehl-i Beyt sevgisini canlı tutmak için bu uygulama önemli bir motivasyon kaynağı teşkil etmektedir.
[1] Esat Korkmaz, Ansiklopedik Alevilik Bektaşilik Terimleri Sözlüğü, Ant Yayınları, İstanbul 1993, s.112
[2] Doç. Dr. Bedri Noyan (Dedebaba), Bektaşilik Alevilik Nedir?, Ant ve Can yaınları, İstanbul 1995, s. 62
[3] A.g.e. , s.63
[4] Cemal Şener, Alevilik Olayı, Yön yayıncılık, İstanbul, s. 180
[5] Halil Öztoprak, Kur´an´da Hikmet Tarih´te Hakikat, Kur´an´da Hikmet İncil´de Hakikat, Can Yayınları, 1951, s.111
[6] A.g.e. , s.111
[7] Prof. Dr. Abdülbaki Gölpınarlı, Mümünlerin Emri Hz. Ali, Zaman Yayınları, İstanbul 1978, s.51-52
[8] Nehc´ül – Belaga, (Hazırlayan: Prof. Dr. Abdülbaki Gölpınarlı), Der Yayınları, İstanbul, s.72
[9] A.g.e. , s.118
[10] A.g.e, , s.120
[11] Seyit Derviş Tur, Erkanname, Baskı Ezgi Grafik / Druck Gmbh, Almanya-Rüsselsheim 2002, s.140-141
[12] M. Tevik Oytan, Bektaşiligin İçyüzü, Marif Kitaphanesi ve Matbaası 8. Baskı, İstanbul 1945, s.241-242
[13] Oral Çalışlar, Hz. Ali –Muaviye çatışması, Pencere Yayınları 3. Baskı, İstanbul, s.31
[14] M.Tevfik Oytan, Bektaşiligin İçyüzü, s.259
[15] Esat Korkmaz, Ansiklopedik Alevilik – Bektaşilik Terimleri Sözlüğü, s.356
[16] A.g.e. , s.348
[17] İsmail Özden, Simgeler Kenti Bektaşilik , Matsa Basımevi, Ankara 2000, 2.cilt, s.402