İmamların başı olan Hz. Ali bin Ebu Talib, milattan sonra 598’de Mekke’de doğmuştur. Peygamberin amcasının oğludur. Babasının adı Ebu Talib, annesinin adı ise Esed kızı Fatima’dır. Tıpkı Hz. Muhammed gibi Haşimîler kabilesindendir.

Hz. Ali çocukluğundan itibaren Peygamberin yanında büyümüş, Peygamberin koruyuculuğu ve bakımı altında yetişmiştir. Bütün yaşamı boyunca Peygamberin yanında yer almış ve ondan hiç ayrılmamıştır. Hz. Peygamber İslam dininin ilkelerini halka açıklamaya başlayınca, ilk önce Mekkelilerin tepkisiyle karşılaştı. Çevresinde onun getirdiği yeni inanca karşı direnmeler başladı. Durumun kötüye gitmesi üzerine Peygamber bir gece Mekke’den Medine’ye göç (hicret) etmek zorunda kaldı. Hz. Ali durumu belli ettirmemek için, o gece Peygamberin yatağına yatarak, onu korudu (Eyüboğlu, 1997: 92). Peygamberi öldürmeye gelen Mekkeliler, Hz. İmam Ali’yi karşısında görünce şaşkınlık içinde geri dönmek zorunda kalmışlardı. İşte bu örnek Hz. Ali’nin Peygamberi ne kadar sevdiğinin bir kanıtıdır. Hz. Ali İslamiyet’in yayılma döneminde Peygamberin hep yanında olmuş, gerçekleşen savaşlarda canı pahasına büyük başarılar göstermiştir. Ayrıca Alevilere göre Hz. Peygamber Imam Ali’yi “Gadir Hum” denen yerdeki konuşmasında, kendinden sonra imam ve Veli olarak tayin etmiştir. Diğer taraftan Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin ilmini ve bilgisini her daim övmüştür. Örneğin şu ifadeleri kullanmıştır:

“Ben ilmin şehri isem, Ali de onun kapısıdır.”

Hz. Muhammed daha sonraları İmam Ali’yi kızı Hz. Fatima ile evlendirmiştir. Bu evlikten Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümmü Gülsüm adlarında dört çocuğu olmuş ve peygamberin soyu bu yolla devam etmiştir. Hz. Muhammed hiç kimseye göstermediği güveni ona göstermiş, en önem verdiği işlerin yapılmasını Ali’ye havale etmiştir.

İmam Ali, inancından, hak ve adaletten ömrü boyunca tek bir ödün vermemiştir. Bilgisi, tevazu hayırseverliği gelmiş geçmiş hiç bir insana nasip olmamıştır. Güçlü ve sarsılmaz bir ahlak anlayışına sahip olan İmam Ali, aynı zamanda örnek bir aile reisi de olmayı başarmıştır (Ulusoy C., 1986:157).

Hz. Ali bu bağlamda Alevilere göre daima bilginin kaynağı ve merkezi sayılmıştır. Zaten birkaç istisna dışında, bütün tasavvufi akımlar ve tarikatlar, soy kütüklerini ve fikirlerini Hz. İmam Ali`ye bağlarlar. Buna göre Hz. Ali batinî ilmin gerçek sahibidir. Ermiştir, yüksek ahlak sahibidir ve bundan dolayı ona “Şah-ı Velayet” denmektedir. Görüldüğü üzere Hz. Muhammed ile Hz. Ali birbirlerine çok yakın olmuşlardır. Alevi toplumu onları adeta bir bütün şeklinde algılamış ve değerlendirmiştir. “Yol” diye tanımladıkları inançlarını da başta Allah’a inanmak olmak üzere Hz. Muhammed ile Hz. Ali birlikteliğini ve bütünlüğünü kabul edip, öyle adlandırmışlardır. Allah – Muhammed – Ali diyerek inanç yollarının çerçevelerini çizmişlerdir. Aleviler bu üçlemeyi temel alarak ritüellerini, felsefelerini ve kültürlerini geliştirmişlerdir.

Alevilere göre Hz. Ali velayet makamının sahibidir. Risalet Hz. Muhammed ile son bulduktan sonra, gerçek manada dini anlatmak ve yaşamak Hz. Ali’nin öncülüğünde olmalıydı. Aleviler söylencelerinde Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin aynı nurdan yaratıldığını söylerler. İkisini birbirinden ayrı düşünmezler. Edebiyatlarına bakıldığında ise çoğu zaman, sanki tek bir insanmış gibi işlendiğini görürüz. Muhammed- Ali’nin nuru konusu, sıkça Alevi edebiyatına yansımış ve çeşitli tasavvufi akımların, yani İslam mistisizminin de bir öğesi olarak yazınlara geçmiştir.

Bülent Korkmaz , 10.11.2020